18 Kasım 2011 Cuma

Dupnisa Mağrası 31 Temmuz 2011

Bu hafta planımız  kayınpederimin rahatsızlığı sebiyle Edirne’ye gitmekti fakat Pazar günü Semra’nın 2-3 saatliğine işyerine uğraması icab ettiği için önümüzdeki hafta Edirne’ye gitmeye karar verdik. Bu hafta sonu ise hiçbir planımız yoktu. Cumartesi günü Semra’nın direksiyon sınavı , Pazar günü de mesaisi olunca hiçbir plan yapmadık.

Ben Pazar sabahı erken kalkarım Tekirdağ’a gider Atılgan ekibi ve Hakkı ağabeyleri Avrupa'ya yolcu edip dönerim eve dönünce de bir kahvaltı yapıp kahvaltıdan sonra Semra’yı işe bırakırım diyordum. Ama sabahın sekizinde kalk uykucu kahvaltı hazır diyince Semra sultan planlar değişti. Kahvaltı edelim erken erken , beni işe bırak dedi. İyi dedim , saat 9 gibi Semra'yı işe bıraktım. Döndüm eve malak gibi yatmaya devam ettim. 
Saat 11 gibi, aradı Semra. Saat 12 de işim biticek gel al beni biryerlere gideriz deyince aklıma Dupnisa Mağrası geldi. Bu hafta Edirne’den kadim dostum Mehmet’te ailesiyle oraya gidecekti belki karşılaşırız diyerek , hazırlıklara başladım. 

Hazırlık dediysem sadece depo üstü çantaya , yağmurluğu ve fotoğraf makinesini koydum . Mağra soğuk olur diye düşünerek arka çantaya da Semra için bir mont attım. 12:30 gibi Semra’nın işyerinden Demirköy’e doğru gaz açtık. Niyetimiz mağrayı görmek , karşılaşırsak Mehmet’le hasret gidermek erken erken geri dönmekti. 

Demirköy virajlarında çok zaman kaybedeceğimizi düşünerek en azından Vize’ye kadar hızlı yol almak istediysemde artçı abs,ebd,asr,tc,mms,sms,vdd sistemleri 70km hızın üzerine çıkmama pek imkan vermedi. 

Bana küçük kompakt bir fotoğraf makinesi lazım , şöyle hemen montun cebinden çıkarılabilen , zırt diye odaklama yapabilen hızlı bir şey. Koca Dslr makineyi çantadan çıkarıp fotoğraf çekmek çoğukez zor geldiği için bu kısımlarda hiç fotoğrafımız yok.

İlk molamızı Saray’da verdik , aslında mola için Vize düşünüyordum ama acıkan karnım konstantrasyonumu düşürmeye başlayınca Saray otogar lokantasında bir pilavüstü döneri miğdeye indirdik. Süper olmamasına rağmen fena değildi fazlasıyla doyurucu oldu bizim için ve tekrar Dupnisaya doğru gaz açtık.

Dupnisa mağrasının doğrultusunu bilmeme rağmen tam yeri konusunda bir fikrim yoktu. Enduroist geleneksel Demirköy kampına giderken tabelalarını görmüştüm ama bana göre dönmemiz gereken yerden daha önceki bir Dupnisa Mağrası tabelasından dönüverdik. 
Eh orman içi manzaralı bir yol ama zemin Semra’lı bir sürüş için pek uygun değil. Asvalta yayılmış toz-toprak , kesilen ağaç kabukları , mıcırı tam oturmamış asvalt derken  kısa bir sürüş ardından mağraya geldik. 

Dupnisa Mağrası’nın girişinin bulunduğu alan gerçekten güzel bir yer , zaten mağraya gezmeye gelenlerin yanı sıra sırf piknik için gelenlerde mevcut , bu alanın hemen girişinde Mehmet’leri gördük ve işgal ettikleri masaya kurulduk. Karnımız tok yemeyiz bişii dediysekte Semra zeytinyağlıları miğdeye indirdi 
Biraz hoşbeşten sonra fazla zamanımız olmadığı için biz mağrayı gezelim diyerek kalktık. Adet olduğu üzere ben fotoğraf makinesini yine şarz etmemişim  O yüzden Mehmedin makinesini alarak mağraya girdim , alışık olmadığım bir dslr olunca çektiğim fotoğraflar bek hoşuma gitmedi ama idare eder.

Sadece ben fotoğraf çektiğim için benim hiç fotoğrafım yok. Şu gezi fotoğrafı konusuna biraz eğilmem lazım ama kompakt makine şart bu dslrnin yanına.



Mağrayı gezerken burası bir yer altı nehriymiş , nehir kuruduktan sonra , daha doğrusu debisi ve seviyesi düştükten sonra da yukarıdan gelen yağmur ve yer altı suları bu sarkıt ve dikitleri oluşturmuş dedim. Hiç bu tür mağra görüp incelememiş olmama rağmen 2 yıllık maden teknikerliği bölümünü 6 yılda bitirmiş biri olarak , içgüdülerimle konuşmaya devam ettim...> Milyon yıl önce traşı bitmiş buranın (çok akademik laf ) Sarkıtlar kireç ve kalker gibi gözüküyor , zaten böylesine büyük bir oyulma için en elverişli yapı kireç taşları , mermerde vardır burada. Bak dallamanın biri kazımış duvarı , konjeryalı kireç taşı bu altındaki. Ya hani bu eski camilerin köprülerin yapıldığı taşlar işte , içindeki fosil delikleri konjeryadan kaynaklanıyor. Su bu taşı aşındırmış bir yol bulmuş kendine , aşındırdıkça daha fazla su , daha fazla aşındırmış ve devasa bir şekilde oymuş. Gelen su miktarı azaldıkça , yer üstünden sızan yağmur ve farklı kaynak suları mağra tavanından süzülürkende içindeki kireç çözeltilerini bırakarak bu sarkıtları oluşturmuş. Ne güzel dii mi ? Yok kalker o , kireç bu beyazımsı ,sarımsı olanlar , muhtemelen kükürt veya eser miktardaki demirden dolayı sararıyor. Bak bak mermerde vardır dedim dii mi , görüyormusun mermerin kesitindeki dalgalanmayı. 

Tamamen içgüdülerle yaptığım bu yorumların gerçeklerle örtüştüğünü bu sabah Dupnisa Mağrası hakkında sizin için yaptığım araştırmada öğrenip havalara girdim.



-----------------------------------------------------------------------------------------

Bunlarda internetten mağra ile ilgili bulduğum bilgi ;

Dupnisa mağara sistemi, Istranca Dağları'nın derin vadilerle yarıldığı Demirköy ilçesine bağlı Sarpdere köyü yakınlarında bulunuyor. 


İkinci Jeolojik Zaman'a ait, yaklaşık 180 milyon yıl önce oluşmuş mermerler içerisinde gelişen mağaralar, birbirine bağlı iki kat ve üç mağaradan oluşuyor.

Toplam uzunluğu 2720 metre olan sistemin üst katını Kuru ve Kız mağaraları oluşturuyor. Gelişimini tamamlamış bu mağaralardan 50-60 metre aşağıda Sulu Mağara yer alır. İçinden devamlı bir yer altı nehri akan ve deniz yüzeyinden 345 metre yukarıda giriş ağzı bulunan bu mağaranın toplam uzunluğu 1977 metre.

Son noktası ise girişten 61 metre daha yukarıda bulunuyor. Kız Mağarası içinde yaşayan yarasaların yoğunluğu nedeniyle turizme tamamen kapalıdır. Sulu mağaranın 250, Kuru Mağara'nın ise 200 metresi turizme açıktır. Yarasaların olmadığı Kuru
Mağara ise yılın 12 ayı turizme açık bulunuyor.

Dupnisa'nın Kız Mağarası olarak bilinen bölümünde yaşayan 11 türden yaklaşık 60 bin yarasanın kış dönemini geçirmesi ve üremesi için 15 Kasım ile 15 Mayıs arasında ziyarete kapalı tutuluyor. Dupnisa'nın Sulu ve Kuru mağara bölümleri ise yıl boyunca ziyaretçilere açık tutuluyor.

Dupnisa mağara sisteminde 11 yarasa türü ile 184 mağara omurgasızının yaşaması önemli bir yer altı habitatı olduğunu gösteriyor.

2003 yılında ziyarete açılan, Türkiye mağara literatüründe en bilinen mağaralar arasında yer alan Dupnisa mağaralarının içinde, sürekli akışa sahip yer altı nehri ve bu nehrin oluşturduğu, derinliği yer yer 2 metreye ulaşan göletler bulunuyor. Kuru ve Sulu mağaralarda süt beyazdan kırmızı ve kahverenginin her tonunda renge sahip dev sarkıtlar, dikit ve sütunlar ile perde bayrak taşları ve damla taş havuzları yer alıyor.

-----------------------------------------------------------------------------------------

Vize’ye kadar oldukça sıcak bir havada seyretmemize rağmen Vize’den sonra hava sıcaklağı düşmeye başladı , özellikle Yenice’den sonra sıcaklık düşüşü daha bir hissedilir oldu , düştü dediysem sadece durduğumuz anlarda sırtımızdan ter boşanmaz oldu montların içinde. Dupnisa mağrası çevresindeki mesire alanında ise harika bir hava vardı.

Mağranın içinden akan suyun yanına geldiğinizde yüzünüze bir serinlik çarpıyor , su buz gibi , 4-5 derece olduğunu söylediler , daha mağranın girişinde Semra’nın hali her şeyi anlatıyor aslında. Semra ince yazlık bir kot mont giyiyor ben ise motosiklet montonun kışlık içliğini geçirdim üzerime. İkimizde mağranın girişinde üşüyoruz. Semra biraz daha fazla , titremeye başladı hatta 



Temiz , serin bir hava , yapay ışıklandırmanın altında duvarlardaki yansımalar gölge oyunları , sanki başka bir gezegendeymişsiniz havası veriyor. 










Ve mağra kuşları  



Bir süre onların yarasa olduğunu Semra’dan gizlesemde etraftan duyduğumuz konuşmalar sonucu kısa bir panik havası yaşıyor mağrada , sonunda bunların vejeteryan yarasa olduğuna ikna ediyorum Semra’yı biraz rahatlar gibi oluyor.



Dönüş yolunda burnumuzun dibinde tünemiş olan yavru yarasa mahlükatını uzun uzun ineliyoruz fakat fotoğraf makinası bir türlü netleyemeyince ,  yavru yarasayı burada meşhur etme zevkinden mahrum kalıp yolumuza devam ediyoruz. 
Kanatlı fare gibi diyor Semra , farklı bir yaklaşım  




Mehmed’in makinesine ben kendi hafıza kartımı taktığım için onun çektikleri bende mevcut değil , onun kartında Mehmed’in kadrajından mağra ve çevresinin güzel pozları var , tatilde uğraşıp fotoğrafları bana gönderirse onları da sizinle paylaşırım , özellikle yakaladığı yarasa salkımı oldukça hoş 



Not : Yukarıdaki bölümde yeralan yarasa resimleri internetten alıntıdır. 


















Bir süre sonra mağra içine inşa edilen beton merdivenlerden yukarıya doğru tırmanmaya başlıyorsunuz , yükseldikçe sıcak artıyor , birde tırmanırken sarfedilen efor terlemenize ve terinizin üzerinize yapışmasına neden oluyor ama bu da hoş bir his , ben üzerimdeki mont içliğini çıkararak gömlekle kaldım ama Semra kot montunu çıkarmadı. Mağradan dışarıya , mesire alanının tepesine çıkıyorsunuz. O hararetle geriye orman içinden dönebilirsiniz ama Semra ormana girmeye sıktıramadığı için biz tekrar mağra içinden serin serin geriye dönüyoruz. Çıkınca uzun bir süre terlemeye devam ediyoruz.















Piknik masasında saat 17:30’u gösterirken yolcu yolunda gerek , yolumuz uzun diye izin isteyip yola koyuluyoruz. Fakat bu sefer geldiğimiz yolu tutturamayıp Demirköy’ün içine çıkıyoruz. İğneada 25km tabelasını görünce gelmişken İğneada’yıda görelim diyerek kuzeye devam ediyoruz.

Saat geç olduğu ve dönüş yolunda geceye kalmak istemediğimiz için İğneada’da sahili gördüğümüz ilk yere girip bir çay , sigara molasından sonra hiç oyalanmadan kalkıp geri dönüşe başlıyoruz.

Bir süre sonra artçı abs, esr , ebd , vvd sistemi tutukluk yapıyor. Semra artık bana daha bir güven duyduğu için virajlarda biraz daha yatıyoruz. Her geçen km de güveni artıyor , harika bir virajda biraz fazla yatırıp arkamda bir tepki duymadığım bir andan sonra sağa çekip Semra’yı tebrik ediyorum.  Bu tebrikten sonra virajlar daha bir yatık daha bir güvenli hale geliyor , yol zevkim daha da bir katlanıyor. Önümüzdeki 4 teker konvoylarının dönemediği virajları yata yata alıyoruz. 180 derecelik kapalı bir virajdan çıktıktan sonra aklıma geliyor kernara çekip Semra’ya viraja girdiğimizde kaskın çenesi ile viraj çıkışını işaret et daha rahat edersin diyorum ve o noktadan sonra motor virajlarda kendi yatmaya başlıyor , üstelik gerektiği kadar  Benim içinde farklı bir deneyim oluyor. Tam motoru yatırmaya niyetlendiğim bir anda motor kendiliğinden yatmaya başlıyor ve bana sadece gazı açıp çıkışa ulaşınca motoru dikmek kalıyor. 

Bu gezinin beklide en güzel yanı Semra’nın viraj korkusunu yenmesi , sürücüye güven duymayı öğrenip virajlarda paniklememesi oldu. Birdahaki gezide motoru onun değil benim yatırmam gerektiğini , buna uyum sağlamasını öğreteceğim. Aslında tüm bunları ikimizde profesyonel bir eğitimde öğrensek ne güzel olurdu. El yordamı ile deneyerek bunları keşfetmek , belki de yanlış keşfetmek ileride vazgeçmesi zor olacak hatalı alışkanlıklara sebeb oluyor. Neyse şimdilik en azından , sürüş zevkini indirgeyen , viraj stabilitesini bozan artçı etkisi azalmış oldu. 

İğneada’dan Poyralı’ya kadar viraj viraja harika bir şekilde geldik , Poyralı’dan sonra konvoylar başladı. Poyralı Saray arasını güvenliği fazla riske etmeden yavaş bir şekilde geldik. 
Saray’da otogardan fırlayan bir Reno9’dan kıvırtarak kurtardım Semra korkmadı  (Ben Korktum) 
Saray çıkışındaki Shell’de mola verdik. 
Bu moldan sonra kısa farlarım yanmaz oldu , önümdeki konvoyu rahatsız etmemek için Çerkezköy’e kadar park lambası ve sinyalim açık geldim. Çerkezköy – Çorlu arası yol ışıklandırmalı olduğundan bu yol çok daha rahat geçti. 

Eve geldiğimizde ikimizde mutlu ama bir o kadar yorgunduk 

Canlar Makina , Canlar A.Ş.












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder